"CAHİLİM, CAHİLSİN, CAHİL…"
“Ol mahilerler derya içredir
Fakat deryadan bi-haberdir”
Matrix üçlemesinin ilk bölümünde hain Cypher o lezzetli büfteği ağzına atmadan hemen önce “cehalet mutluluktur” der… “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” demiş Sokrates… “Biz cahil dediğimiz vakit, mutlaka mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğim ilim, hakikatı bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de hakikatı gören hakiki âlimler çıkar (1923)” demiş Atatürk. Son olarak da “İnsan oğlu başağa benzer, olgunlaştıkça kafası öne eğilirmiş” demiş atalarımız.
Tüm bunlar ne demek acaba… Sokrates’ten asırlar sonra bu konuyu “niteliksizlik araştırması” başlığıyla inceleyen iki psikolog “Dunning-Krueger Etkisi”(1) ile çıkıverdi karşımıza… Cehalete dair eskilerin yaptığı vurguya bilimsel bir ışıktı aslında onların tuttukları… Özetle yaptıkları araştıma ve deneyler sonrasında cahil olan insanların ne kadar cahil olduklarını bilmediklerini, yani bilgisizliklerini bilmediklerini bu nedenle de aslında her şeyi bildiklerini zannettiklerini koydular ortaya… Biraz kafa karıştıdı değil mi? Durun biraz daha karıştırayım o zaman…
Herkesin cahil olduğuna inanan biriyim ben de… Kültürlü ya da bilgili dediklerimiz cahil olduklarını ya da aslında ne kadar da az şey bildiklerini bilen, bunun farkında olan insanlarken, cahil insanlar dediklerimiz ise ne kadar da cahil olduğunu bilmeyenlerdir bir bakıma… İnsan kendine karşı kördür (değerlendirme zaafı) söyleminin en uç versiyonu da bu olsa gerek… Soktares’in de dem vurduğu buydu bir açıdan. Her bir yaptığı okuma, araştırma ona yeni bir bilgi hazinesinin kapısını aralamış, Sokrates şöyle bir içeri bakmış ve kapıyı kapatıvermiş misali, sürekli yeni kapılarla karşılaşmış ömrü boyunca... Bir kapı, bir kapı, başka bir kapı daha… Gerçekte ne kadar da çok kapı olduğunu ve aslında ne kadar da az şey bildiğini görmüş ve “cehaletinin” farkına varmış denebilir... Etrafındaki bu durumdan bi-haber insanlara da bu gerçeği mizahi bir yolla, onlara sürekli sorular sorup bildiklerini iddia edenleri kendi yanılgılarıyla yüzleştirmiştir. “Ben bir at sineğiyim” benzetmesi de bunun bir sembolü olmuş… Atları rahatsız eden sinekler misali, insanları rahatsız eden bir “bilge” olmuş ta ki mahkeme karşısına çıkartılana kadar… Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali o da istenmez olmuş ve o meşhur savunmasını yapıp baldıran zehirini içivermiş insanlara, yurttaşlara küsercesine…
Dunning ve Krueger’in yaptığı ise bu durumun bilimsel adını koymak olmuş... Bilimsel testler ve gözlemlerle kanıtladıkları durum gerçekten hepimizin kulağına küpe olacak misalden… Mütevazi davranmanın “bilge” olmanın bir gereği olduğu da benim kendimce çıkardığım bir sonuç bu araştırmadan… Başka bir deyişle “-dır, -dir” ile biten cümleleri kurarken iki kere düşünmek gerektiği... Cevaplardan çok sorulara odaklanmak, sürekli sorular sormak gerektiği… İnsanın hem kendisine hem de etrafındakilere…
Memleketimde herkes doktor, siyasetçi ve teknik direktördür ya o da bununla ilgili bir durum sanırım… Siyasetin bir bilim dalı olduğunu unuttuğumuzun ötesinde memleketi kurtarmaya dair senaryolarımız… Tarih ve coğrafya bilmeden yaptığımız dış politika önerilerimiz... Bireysel cehaletin masumluğunun yanında toplumsal cehaletin ne kadar tehlikeli olabileceğini düşünüyor insan ve bazen de Aristo’ya hak verebiliyor doğrusu, demokrasi cidden çoğunluğun tiranlığı olabiliyor, en azında belli anlarda…: Berber koltuğunda yanımda oturan beyin “poli+tika” sözcüğünün “yalan+dolan” anlamına geldiğini bana ısrarla kabul ettirmeye çalışması (polis+tikos=şehir işleri) ya da bindiğim taksideki şöförün İsrail ile ilgili hükümetin bile bilmediği gerçekleri benimle paylaşması…
“Cehalet mutluluktur”a gelecek olursak, cahil insan mutludur çünkü bilmediği, kaçırdığı, bu dünyadan farkında bile olmadan göçüp gideceği şeylerden bihaberdir deryada yüzen balık misali… Her şeyi bildiğini, hayatı çözdüğünü düşündüğü için de mutludur ayrıca… “Bilgeler” ise tam aksine hüzünlüdürler biraz… Şu kısacık ömürde öğrendikleri şeylerin azlığından şikayet edercesine kendilerini araştırmaya, okumaya verirler iyice… Hani biz sıradan insanların “adam sıyırdı okumaktan yahu” deyip yaftaladığımız o insanlar neye ulaşıyolarki öyle bir tercihle karşımıza çıkıyorlar acaba, bize açıklama gereği bile duymadan o duruşları nasıl bir şeydir... Hep cevap aradığım bir soru olmuştur bugüne kadar… Ben de onlar gibi olmak isitor muyum peki?... Bilmem, ne olduğunu bilmeden nasıl cevap vereyim ki… ama bildikten sonra da geri dönüş yok... Neyse…
Ben nasıl mı hissediyorum?… O kadar çok mutluyum ki anlatamam :) Sahi, ne olacak bu Fener’in hali allah aşkına…
Haziran 2010
A.Gökhan RAKICI
Fakat deryadan bi-haberdir”
Matrix üçlemesinin ilk bölümünde hain Cypher o lezzetli büfteği ağzına atmadan hemen önce “cehalet mutluluktur” der… “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” demiş Sokrates… “Biz cahil dediğimiz vakit, mutlaka mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğim ilim, hakikatı bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de hakikatı gören hakiki âlimler çıkar (1923)” demiş Atatürk. Son olarak da “İnsan oğlu başağa benzer, olgunlaştıkça kafası öne eğilirmiş” demiş atalarımız.
Tüm bunlar ne demek acaba… Sokrates’ten asırlar sonra bu konuyu “niteliksizlik araştırması” başlığıyla inceleyen iki psikolog “Dunning-Krueger Etkisi”(1) ile çıkıverdi karşımıza… Cehalete dair eskilerin yaptığı vurguya bilimsel bir ışıktı aslında onların tuttukları… Özetle yaptıkları araştıma ve deneyler sonrasında cahil olan insanların ne kadar cahil olduklarını bilmediklerini, yani bilgisizliklerini bilmediklerini bu nedenle de aslında her şeyi bildiklerini zannettiklerini koydular ortaya… Biraz kafa karıştıdı değil mi? Durun biraz daha karıştırayım o zaman…
Herkesin cahil olduğuna inanan biriyim ben de… Kültürlü ya da bilgili dediklerimiz cahil olduklarını ya da aslında ne kadar da az şey bildiklerini bilen, bunun farkında olan insanlarken, cahil insanlar dediklerimiz ise ne kadar da cahil olduğunu bilmeyenlerdir bir bakıma… İnsan kendine karşı kördür (değerlendirme zaafı) söyleminin en uç versiyonu da bu olsa gerek… Soktares’in de dem vurduğu buydu bir açıdan. Her bir yaptığı okuma, araştırma ona yeni bir bilgi hazinesinin kapısını aralamış, Sokrates şöyle bir içeri bakmış ve kapıyı kapatıvermiş misali, sürekli yeni kapılarla karşılaşmış ömrü boyunca... Bir kapı, bir kapı, başka bir kapı daha… Gerçekte ne kadar da çok kapı olduğunu ve aslında ne kadar da az şey bildiğini görmüş ve “cehaletinin” farkına varmış denebilir... Etrafındaki bu durumdan bi-haber insanlara da bu gerçeği mizahi bir yolla, onlara sürekli sorular sorup bildiklerini iddia edenleri kendi yanılgılarıyla yüzleştirmiştir. “Ben bir at sineğiyim” benzetmesi de bunun bir sembolü olmuş… Atları rahatsız eden sinekler misali, insanları rahatsız eden bir “bilge” olmuş ta ki mahkeme karşısına çıkartılana kadar… Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali o da istenmez olmuş ve o meşhur savunmasını yapıp baldıran zehirini içivermiş insanlara, yurttaşlara küsercesine…
Dunning ve Krueger’in yaptığı ise bu durumun bilimsel adını koymak olmuş... Bilimsel testler ve gözlemlerle kanıtladıkları durum gerçekten hepimizin kulağına küpe olacak misalden… Mütevazi davranmanın “bilge” olmanın bir gereği olduğu da benim kendimce çıkardığım bir sonuç bu araştırmadan… Başka bir deyişle “-dır, -dir” ile biten cümleleri kurarken iki kere düşünmek gerektiği... Cevaplardan çok sorulara odaklanmak, sürekli sorular sormak gerektiği… İnsanın hem kendisine hem de etrafındakilere…
Memleketimde herkes doktor, siyasetçi ve teknik direktördür ya o da bununla ilgili bir durum sanırım… Siyasetin bir bilim dalı olduğunu unuttuğumuzun ötesinde memleketi kurtarmaya dair senaryolarımız… Tarih ve coğrafya bilmeden yaptığımız dış politika önerilerimiz... Bireysel cehaletin masumluğunun yanında toplumsal cehaletin ne kadar tehlikeli olabileceğini düşünüyor insan ve bazen de Aristo’ya hak verebiliyor doğrusu, demokrasi cidden çoğunluğun tiranlığı olabiliyor, en azında belli anlarda…: Berber koltuğunda yanımda oturan beyin “poli+tika” sözcüğünün “yalan+dolan” anlamına geldiğini bana ısrarla kabul ettirmeye çalışması (polis+tikos=şehir işleri) ya da bindiğim taksideki şöförün İsrail ile ilgili hükümetin bile bilmediği gerçekleri benimle paylaşması…
“Cehalet mutluluktur”a gelecek olursak, cahil insan mutludur çünkü bilmediği, kaçırdığı, bu dünyadan farkında bile olmadan göçüp gideceği şeylerden bihaberdir deryada yüzen balık misali… Her şeyi bildiğini, hayatı çözdüğünü düşündüğü için de mutludur ayrıca… “Bilgeler” ise tam aksine hüzünlüdürler biraz… Şu kısacık ömürde öğrendikleri şeylerin azlığından şikayet edercesine kendilerini araştırmaya, okumaya verirler iyice… Hani biz sıradan insanların “adam sıyırdı okumaktan yahu” deyip yaftaladığımız o insanlar neye ulaşıyolarki öyle bir tercihle karşımıza çıkıyorlar acaba, bize açıklama gereği bile duymadan o duruşları nasıl bir şeydir... Hep cevap aradığım bir soru olmuştur bugüne kadar… Ben de onlar gibi olmak isitor muyum peki?... Bilmem, ne olduğunu bilmeden nasıl cevap vereyim ki… ama bildikten sonra da geri dönüş yok... Neyse…
Ben nasıl mı hissediyorum?… O kadar çok mutluyum ki anlatamam :) Sahi, ne olacak bu Fener’in hali allah aşkına…
Haziran 2010
A.Gökhan RAKICI
-----
(1) http://insandankaynaklar.wordpress.com/2009/
Yorumlar