"SİYASAL TEMSİL ve DEMOKRASİ"

Zannedilenin aksine temsil mekanizmasının ve demokrasinin ilk örneği olarak kabul edilen Antik Yunan’da “temsil” kavramına denk gelen bir sözcüğe rastlanılmamaktadır.[1] Bugün kullandığımız temsil kavramı, Romalıların “repraesentare” sözcüğünden türemiştir. Ancak bu kelime bugünkü anlamından çok farklı bir anlamda : daha önce olmayan bir şeyin yazılı olarak ortaya konması veya bir soyutlamanın bir objede somut hale getirilmesi(örneğin, insan yüzünde veya bir heykelde cesaretin, hüznün, sevincin…vb.somutlaşması gibi) anlamında kullanılmış; yoksa, bazı birey ve kurumların diğerleri adına karar alması ve/veya eylemde bulunması anlamında kullanılmamıştır. Bugünkü kullanımına benzer anlamda, ilk defa 13. ve 14. yüzyıllarda Latince’de, daha sonra da İngilizce’de, kilise konseylerine katılmak üzere gönderilen kişiler için veya İngiliz Parlamentosu için kullanılmaya başlanmıştır.[2] Papa Clement V, 1311 yılında Viyana Konseyi’ne delegeleri göndermek amacıyla bazı piskoposları toplanmaya çağırdığı zaman, ilk defa “temsil” kavramına bir anlam verdi. Çünkü toplantı evrensel kilisenin bir anlamda temsili olarak kabul edilmişti.[3]

Bazı Temsil Yaklaşımları

Biçimci(formalistic) temsil : Kökenlerini Thomas Hobbes’ta bulacağımız bu yaklaşım temsili, formel düzenlemeler bütünü olarak algılamaktadır. Yani temsil yetki verme ya da yetki kazanma anlamına gelmektedir. Dolayısıyla temsilci, daha önce sahip olmadığı eylemde bulunma hakkı verilen kişi, temsil edilen ise kendisi yapmış gibi, yapılan eylemin sonuçlarından sorumlu olan kişidir.[4] Bu temsil yaklaşımını aynı zamanda, Alman teorisyenlerden oluşan “Organschaft Okulu” da benimsemektedir. Bu okulun en tanınmış siması olan Max Weber’e göre temsil, belirli bir grubun, geride kalanlara atfen yapmış oldukları eylemlerdir; veya geride kalanların bu eylemleri “meşru” ve bağlayıcı kabul etmesi, diğer bir ifadeyle onlar adına eylemlerde bulunmalarına rıza göstermesidir.[5]

Betimleyici temsil : Bu yaklaşıma göre, temsil, seçim mekanizmasını mutlaka gerekli kılmaktadır ve parlamento kompozisyonunun tüm ulusun kompozisyonuna tamamen uyması gerekmektedir. Bir temsilciler meclisi, ulusal kompozisyona ne kadar benziyor ise, toplumu ne kadar yansıtabiliyor ise, o kadar temsili nitelik taşır, yasama meclisi bir anlamda toplumu olduğu gibi yansıtan bir aynadır hatta toplumun bir minyatürüdür.[6] Temsili toplumu yansıtmak olarak algılayan bu yaklaşıma göre, temsilin gerçekleşebilmesi için nisbi temsile dayalı seçim sisteminin uygulanması gerekmektedir. Bu yaklaşımın temsilcilerinden olan J.S. Mill’e göre “temsil” ile “yönetme”, kesinlikle birbirinden ayrılmalıdır. Ona göre, çoğunluğun kararlar alarak yönetme hakkı vardır, ancak bu temsil ile aynı şey değildir. Çoğunluk adına karar alırken, çoğunluğu yönetiyor olursunuz, ama onu yönetiyor olmazsınız.[7]

Karar alıcı ve sorumlu temsil : Temsilcilere hem temsil edilenlere karşı sorumluluk yükleyen hem de karar alma görevi veren bu yaklaşıma göre temsilci sadece toplumu temsil eden değil, “toplum adına eylemde bulunan” kişidir. Ayrıca bu yaklaşıma göre temsil, keyfi olarak yapılan bir işlev değil, sonuçlarından diğerlerine karşı sorumlu olunan bir işlevdir.[8]

Sembolik temsil : Siyasal temsilin, çeşitli semboller vasıtasıyla gerçekleştiğini öne süren bu yaklaşıma göre tüm temsil işlevi aslında bir tür sembolleştirmedir.[9]

Temsil ve Demokrasi Bağdaşır mı?
Demokrasinin modern kullanımı, ilk defa 18.yüzyıldan sonra Avrupa’da gelişmeye başlamıştır. Hem hukuki, hem idari, hem de iktisadi anlamda parçalı bir yapıya sahip olan Ortaçağ Avrupa’sında, 16.yüzyıldan itibaren hızla merkezi otoriteye sahip devletler(mutlak monarşiler) ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu Avrupa’nın her yerinde aynı anda meydana gelen bir gelişim değildi; bazı bölgelerde merkezileşme daha erken başlarken, diğer bölgelerin parçalı yapısı uzun süre devam etmişti. Ancak, çok genel olarak ifade edersek; Avrupa’nın kuzey ve batısının, bu yüzyıldan itibaren, mutlak monarşiler biçiminde, merkezi devletlere kavuşmaya başladığını söyleyebiliriz. Bu gelişmenin çok sayıda nedeni bulunmakla birlikte, üretim teknolojisinin gelişimi ile üretim miktarının artışı ve bunun sonucunda tüccar sınıfının giderek güçlenmeye başlamasının, mevcut sosyal sınıf yapısını ve sınıflararası dengeleri altüst etmesi, oldukça etkili olmuştur. Mevcut sosyal ve iktisadi yapının değişimi, hem hakim zihniyeti hem de siyasal otorite anlayışını zorlamaya başlamış, 18.yüzyılda, Avrupa’nın önemli bir kısmını kasıp kavuran burjuva devrimleri sonucunda, mevcut siyasal yapılar değişmeye başlamıştır. Hukuki, idari ve iktisadi anlamda bütünleşmiş, mutlakiyetçi merkezi sistemlerin yerini, yükselen burjuvazinin baskısıyla, zaman içinde meşruti monarşiler almaya başlamıştır. Yeni kurulan bu meşruti monarşilerde, monarkın yetkileri kısmen sınırlandırılarak, toplumun belirli kesimlerine (ticaret burjuvazisi, toprak soyluları ve din adamları) yönetime katılma hakkı tanınmıştı. Henüz bir rejim biçimi olarak demokrasi ortaya çıkmış değildi, ancak bu gelişmeler sonucunda, daha sonra demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri haline gelecek olan “temsil” mekanizması fiilen uygulanmaya başlanmış oldu. Dolayısıyla, aslında temsil olgusu, demokrasiden önce gelişmiş oldu.[10]
Demokrasi, en genel ve yaygın tanımı ile, “ halkın, halk tarafından yönetimi” olarak bilinmektedir. Burada, halkın halk tarafından “nasıl” yönetileceği sorusuna verilebilecek iki cevap bulunmaktadır. Bunlardan ilki, halkı oluşturan bireylerin, kendilerinin yönetimini ilgilendiren her karar için tek tek oy vermesi, diğer bir ifadeyle, halkın kendisini “dolaysız” bir biçimde yönetmesidir(doğrudan demokrasi). Diğeri ise, halkın kendisi adına karar verecek kişileri seçmesi ve seçilenlerin verilen bu yetkiyi kullanarak halk adına kararlar alması, diğer bir ifadeyle, halkın “dolaylı” bir biçimde yönetilmesidir(dolaylı demokrasi). İkinci yönetim biçimi ister istemez “temsil” mekanizmasını gerekli kılmaktadır. Genellikle, dolaysız ve dolaylı demokrasi, bir türün iki varyasyonu gibi algılanmaktadır. Ancak, bu, birçoklarına göre, doğru değildir. Örneğin, Max Weber’e göre, “dolaysız demokrasi” bir yönetim biçimidir, “temsili demokrasi” ise, yönetimin meşrulaştırılması biçimidir.[11] Yani, demokrasi temsili bir nitelik kazandığı andan itibaren anlamını yitirmektedir.
Temsili demokrasilerde yasalar, genel iradenin ürünü olarak kabul edilir. Peki, bu yasaları kim yapmaktadır? Soyut düzeyde, egemen olan ulus; somut düzeyde ise, egemen ulusun egemenliği devrettiği parlamento. O zaman, halk yasaya itaat ederken, aslında kime itaat etmektedir? Teorik olarak kendine, gerçekte ise devlete. Çünkü ulus, doğal kişiliğinden sıyrılarak devlet ile özdeşleşmiş, kendine itaat etmesi, devlete itaat etmesi anlamına gelmiştir. Bu nedenle, ulusal egemenliği ve egemenliğin devrini ifade eden temsil ile demokrasi çelişmektedir.[12] Siyasal temsil, halk adına olan ama halk tarafından kullanılmayan bir iktidar anlayışıdır. O zaman, temsil mekanizması, iktidarı meşrulaştıran bir mekanizmadır. Dolayısıyla temsili demokrasi de, bir yönetim biçimi değil, bir meşrulaştırma biçimidir. Bu bağlamda, temsil mekanizmasının en önemli parçasını oluşturan seçim, ulusu oluşturan bireyleri bir araya getirme, onları bütünleştirme ve eşit oldukları inancı yaratma işlevini görmektedir. “Çünkü bölünmüş toplumsalı, bütünleştirilmiş siyasala dönüştüren seçim, her kişiye, herkesle birlikte yöneticilerin belirlenmesine katıldığı duygusunu aşılar. Bir başka deyişle, bireyler kendilerini yalnızca “temsil edilebilir” değil, fakat özellikle “temsil edilmiş “ olarak gördüklerinde, birbirlerinin eşiti oldukları yargısına ulaşırlar.”[13]
Temsili demokrasilerde birden fazla siyasal parti bulunmaktadır ve bu partilerden en azından bir kısmı, kendilerine oy verenleri temsil etmek amacıyla, parlamentoda yer almaktadırlar. İlk olarak ulusal irade tek ise parlamentodaki bu farklılığı nasıl açıklayabiliriz? İkinci olarak, parlamentoda alınan kararlar çoğunluğun görüşüdür. O zaman azınlığın görüşü ulusal iradenin dışında mıdır?
Bir başka sorun, yasama işlevinin gerçekten, ulusal iradeyi temsil eden parlamentolar tarafından yaılıp yapılmadığıdır. Hızlı karar alma zorunluluğu, bilgi edinmenin öneminin artması, devletin yopluma daha derinden nüfuz etmeye başlaması…vb nedenlerle parlamentolar artık yasama işlevinden çok, liderlik, yasamanın denetlenmesi, meşruiyetin sağlanması, farklı görüşlerin ifade edilmesi…vb sistemin idamesini kolaylaştıran işlevleri yerine getirmektedir. Bu durum, vatandaş-temsilci bağının inceldiğini ve ayrıca vatandaşı devlete bağlayan bağların güçlendiği anlamına gelmektedir. Son yıllarda, topluma aşırı nüfuz eden sivil alanı aşırı bunaltan devlet anlayışına yönelik eleştirilerin kökeninde, kısmen bu gelişme yatmaktadır.
Sonuç olarak, “temsil” ve “demokrasi”nin, içerdikleri anlam bakımından, bir arada bulunması mümkün değildir. Bu iki kurumun birlikteliği, ancak, sivil alanın gelişmesinin yolları açıldığında, bir anlamda, bireyin yönetime daha dolaysız yollardan katılma imkanları arttırıldığında, daha kolay hale getirilebilir.[14] Özellikle iletişim teknolojisindeki gelişmeler ve bilhassa internet bu noktada oldukça önemli bir argüman olarak karşımıza çıkmaktadır. Kim bilir belki de yakın gelecekte doğrudan demokrasiye dönüş dahi mümkün olabilir.
A.Gökhan RAKICI
Aralık 2002
Kaynaklar:
[1] Hanna Fenichel Pitkin, “The concept of representation”, Berkeley, L.A.: University of California Press, 1972, s.3. Aktaran Birsen Örs, “Siyasal temsil ve demokrasi”, İktisat Dergisi, Aralık 1997, s.24 -25
[2] H.F.Pitkin, op.cit., s.3. Aktaran Birsen Örs, a.g.m., s.25
[3] Birsen Örs, a.g.m., s.25
[4] Birsen Örs, a.g.m., s.25
[5] Max Weber, “The theory of Social and economic organization”, N.Y. : The free pres, 1947, s.143, 416. Aktaran Birsen Örs, a.g.m., s.26-27
[6] Birsen Örs, a.g.m., s.27
[7] J.S. Mill, “Utilitarianism, liberty and represantative government”, London, : J.M. Dent and Sons, 1947, s.235-240. Aktaran Birsen Örs, a.g.m., s.27
[8] Birsen Örs, a.g.m., s.28
[9] Birsen Örs, a.g.m., s.28
[10] Robert Dahl, “Democracy and its critics”, New Haven: Yale university press, 1989, s.29. Aktaran Birsen Örs, a.g.m., s.29
[11] Max Weber, “Economy and sociaety”, Vol.III, N.Y.:Bedminster Press, 1969, s.951. Aktaran Birsen Örs, a.g.m., s.30
[12] Birsen Örs, a.g.m., s.30
[13] Paul Hirst, “Representative democracy and its limits”, Cambridge: Polity press, 1990, s.26. Aktaran Birsen Örs, a.g.m., s.33
[14] Birsen Örs, a.g.m., s.34

Yorumlar

Adsız dedi ki…
nasıl olaydır bunlar anlamıyorum

Bu blogdaki popüler yayınlar

"METROBÜSTE "RAHAT" YOLCULUK İÇİN 7 TEMEL İPUCU :)"

"...VE TANRI KADINI YARATTI"